Türk Mitolojisi: Unutulmaması Gereken Bir Miras

Yunan mitolojisinin tanrıçaları Athena ve Hera’yı, İskandinav mitolojisinin Loki ve Thor’unu ya da Mısır mitolojisinin Osiris’ini daha çocuk yaşta öğreniyoruz. Filmlerden, çizgi romanlardan, kitaplardan ve okul müfredatından bu isimler zihnimize işleniyor. Ancak aynı çağlarda kendi köklerimizin mitolojisini tanımıyoruz. Çoğumuz Umay Ana’yı, Erlik Han’ı ya da Gök Tanrı Tengri’yi ancak yetişkinliğe adım attığımızda, hatta belki de çok daha geç keşfedebiliyoruz. Bu da aslında büyük bir kültürel eksikliğin ve kendi mirasımıza yabancılaşmanın göstergesi.

Türk mitolojisinin en temel inancı Gök Tanrı (Tengri) inancıdır. Evrenin düzenleyicisi ve yaratıcısı olarak kabul edilen Tengri, tek ve yüce varlık olarak görülür; fakat bu tekliğin etrafında doğa ve insan yaşamıyla ilgili sayısız unsurdan oluşan zengin bir kozmoloji yer alır. Dünya üç katmanlı bir düzen içinde tasavvur edilir: gök, yeryüzü ve yeraltı. Hayat Ağacı bu katmanları birbirine bağlayan eksen gibidir; göğe doğru yükselirken kökleriyle yeraltına uzanır, insan topluluklarına “denge” fikrini öğretir. Tengri kozmik düzenin adı ve garantisidir; Umay Ana o düzenin merhameti ve bereketidir; Erlik Han gölgesi ve sınavıdır; Ülgen ise aydınlık, iyilik ve göğün yüksek katlarıyla ilişkilidir. Yer–Su ruhları dağlara, ırmaklara, ormanlara canlılık atfeder; böylece insanın doğayla ilişkisi yalnızca ekonomik değil, ahlaki bir ilişki haline gelir.

Bu kozmolojide kam (şaman), toplumla görünmeyen güçler arasında köprü kuran bir rehberdir. Kamın yolculukları, yalnızca bireysel şifa törenleri değil, toplumsal hafızayı ve düzeni onaran ritüellerdir. Davulun sesiyle kurulan ritim, sözlü kültürün derinliğini taşır; masal, destan ve dua aynı sahnede buluşur. Bu yüzden Türk mitolojisi, yalnızca “eski bir dinin hikâyeleri” değil; müzikten mimariye, ritüelden ahlaka taşan bir yaşam tasavvurudur.

Destanlar bu tasavvurun öğrenme kanalıdır. Oğuz Kağan’ın kurucu yürüyüşü, yalnızca bir kahraman anlatısı değil; siyasal otoritenin meşruiyetini doğayla ve gökle uyum içinde kurma arayışıdır. Ergenekon yeniden doğuş ve çıkış mitidir; demir dağın eritilmesi, krizi akıl ve emekle çözmenin simgesidir. Manas sözlü geleneğin hafızasıdır; kahramanlık ile toplumsal dayanışmayı aynı potada eritir. Dede Korkut ise bilgelik ve ahlak kitabıdır; hikâyelerdeki nasihat, toplumun değerler haritasını çizer. Bu örneklerin her biri, Türk mitolojisinin yalnızca “geçmişte kalmış” bir anlatılar bütünü değil, bugün de davranış kodları ve stratejik düşünce için bir kaynak olduğunu gösterir.

Ne yazık ki okullarda bu miras neredeyse hiç anlatılmıyor. Türklerin İslamiyet’i kabulünden önceki dönem ya hızlıca geçiliyor ya da birkaç satırla sınırlı tutuluyor. Türk–İslam birlikteliği, kültürel sentez, edebiyat, mimari ve devlet teşkilatı bakımından elbette büyük katkılar üretti; ancak aynı süreçte, İslam öncesi katman görünmezleşti ve kuşaklar arası aktarımda hafıza kesintisi oluştu. Bu kesinti, kimi zaman bir ideolojik tercihle güçlendi; bazı metinler “batıl” ya da “ikincil” görülerek müfredatın dışına itildi. Sonuç yalnızca tarihsel bir bilgi eksikliği olmadı; estetik ve ahlaki hayal gücümüzde de belirgin bir yoksullaşma ortaya çıktı. Kendi kök mitolojisini bilmeyen kuşaklar, dünyayı başkalarının sembolleriyle açıklamak zorunda kaldı.

Bugün Marvel filmleri sayesinde dünyanın en ücra köşesindeki çocuk bile Thor’u tanıyor; Athena’yı bilmeyen neredeyse kalmadı. Bizde ise Umay Ana, Asena ya da Tengri modern kültürün parçası haline getirilemedi. Sorun yalnızca “anlatmamak” değildir; aynı zamanda anlatıyı bugünün mecralarına çevirememektir. Akademide üretilen bilgi, çocuk edebiyatına, animasyona, dijital oyuna, belgesellere ve popüler romancılığa yeterince akmıyor. Telif ve yapım ekosistemi, bu malzemeyi evrensel bir dille yeniden üretmekte zorlanıyor. Böyle olunca evrensel olabilecek bir miras, yerel bir dipnot gibi kalıyor.

Oysa çözüm gözümüzün önünde. Müfredatta seçmeli ya da zorunlu modüllerle destanların ve mitolojik figürlerin çağdaş anlatı teknikleriyle öğretilmesi; öğretmenlere hazır ders planları, görsel–işitsel içerik setleri ve sınıf içi etkinlik önerileri sunulması; çocuklar için yaş gruplarına uygun resimli kitaplar, çizgi diziler ve kısa filmler hazırlanması; müzelerde tematik sergilerle Hayat Ağacı, Bozkurt ve kam ritüellerinin deneyimlenebilir hale getirilmesi; oyun stüdyolarıyla işbirliği yapılarak özgün mekanikler ve hikâye örgüleriyle mitolojik evrenin dijital dünyaya taşınması… Bunların her biri, hem kültürel özgüven inşa eder hem de yaratıcı endüstriler için yeni ufuklar açar.

Bu yaklaşım, Türk–İslam sentezine karşı bir reddiye değil; aksine, sentezin ilk katmanını görünür kılma çabasıdır. Köklerin görünürlüğü, üst katmanları zayıflatmaz; tam tersine, onlara sağlam bir zemin sağlar. Nasıl ki Orhun Yazıtları’nda “Tengri”ye yapılan göndermeler tarihsel bilincin anahtarlarından biri ise, Umay Ana’nın şefkatiyle Kuran ahlakındaki merhametin yan yana okunması da bugünün insanına daha geniş bir etik ufuk sunabilir. Bu, bir karşıtlık değil; tamamlayıcılık davetidir.

Dahası, Türk mitolojisi bugünün sorunlarına konuşabilecek kavramsal araçlar taşır. Hayat Ağacı sistem düşüncesinin ve sürdürülebilirliğin metaforudur; Ergenekon krizden çıkışın, inovasyonun ve kolektif emeğin sembolüdür; Bozkurt yol göstericiliğin ve liderliğin sorumluluğunu hatırlatır; Dede Korkut hikâye anlatıcılığının etik boyutunu öğretir. Eğitim tasarımında bu metaforlar, öğrencilerin soyut kavramları somut deneyimlerle kavramasını sağlar; liderlik atölyelerinde ise strateji ve karakter inşası için zengin bir repertuar sunar.

Türk mitolojisi yalnızca eski bir inanç sistemi değil; kimlik, aidiyet ve kültürel zenginlik kaynağıdır. Doğayla uyum, denge, bereket, iyilik ve kötülüğün birlikte varlığı, kahramanlık ve bilgelik gibi evrensel değerleri içinde barındırır. Bugün yeniden keşfedilmeye, öğretilmeye ve yaratıcı bir dille yeniden üretilmeye fazlasıyla ihtiyacı vardır. Türk mitolojisi, Yunan veya İskandinav mitolojisinden daha az derin ya da daha az zengin değildir; fark, bizim bu mirasa erişim biçimimizdedir. Umay Ana da, Erlik Han da, Bozkurt da bizimdir. Gök Tanrı Tengri’nin göğünde yükselen bu mitoloji, kültürümüzün en kıymetli hazinelerinden biridir; onu geleceğe taşımak, yalnızca geçmişe vefa değil, yarına yatırım anlamına gelir.

(Bu yazının düzenlenmesinde ve görsel tasarımında YZ araçları kullanılmıştır)

bayErgin

'Ancora Imparo'

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski