Kuşak Çatışması: Bu Gençler de Sürekli Bozuluyor!

 “Gençler çok bozuldu, bizim zamanımızda böyle miydi?”

Tarih boyunca her neslin diline doladığı bu cümle, insanın değişime karşı duyduğu kadim endişenin sesidir. Bu serzeniş, gençlerin gerçekten bozulmasından değil, değişimin her kuşağı korkutmasından kaynaklanır. Kuşak çatışması hep vardı, hep olacak. Önemli olan, bu çatışmanın içinden geçerken iletişimi kaybetmemek ve birbirimizi anlamaya çalışmaktır. Çünkü kuşak çatışması sadece bir yakınma değil, bir öğrenme ve gelişme fırsatıdır. Her nesil, kendi deneyimlerini aktarırken, bir yandan da yeniyi anlamanın yollarını arar. Geçmişte de, bugün olduğu gibi, değişimin hızı karşısında kaygı duyulmuş, yeninin eskiyi tehdit ettiği sanılmıştır. Kuşak çatışmasının sadece bugüne ait bir mesele olmadığını görmek için, tarihin tozlu sayfalarına dönmek yeterlidir:

Sümerler (M.Ö. 3. binyıl): Bazı modern paylaşımlarda öyleymiş gibi lanse edilse de, eski Sümer tabletlerinde doğrudan "gençler bozuldu" tarzında bir ifade bulunmaz. Ancak Enmerkar ve Lugalbanda destanlarında gençlerin olgunlaşması, rehberlik alması ve toplum düzenine uyumu işlenir. Bir Sümer tapınağı rahibinin genç çırakların işini aksatması karşısında tuttuğu günce, gençliğin “sabırsız ve dikkatsiz” olduğuna dair endişeler içerir. Sümerli bilginler için gençlerin eğitimi kutsal bir görevdi; çünkü toplumun sürekliliği onların uyumuna bağlıydı.

Antik Mısır (M.Ö. 24. yy): Ptahhotep der ki: “Eğer genç bir adam dinlemezse, kendi cehaletiyle zarar görür.” Bu öğüt, Mısır toplumunun gençlerden beklediği ölçülü ve uyumlu davranışı gösterir. Rivayet odur ki, Ptahhotep bu sözleri oğlu bir toplantıda aceleyle söz alıp hata yaptığında dile getirmiştir. Mısır’da gençlerin uyarılması sadece bir kuşak eleştirisi değil, düzeni ve kozmik dengeyi (Ma’at) koruma çabasıydı.

Antik Yunan (M.Ö. 5-4. yy): Aristoteles Nikomakhos’a Etik’te gençlerin tutkularına kapıldığını, kararlarında aceleci olduklarını belirtir. Bir rivayete göre Atina'da bir toplantıda gençler sokakta gürültü edince bir yaşlı filozof "işte Aristoteles'in sözlerinin canlı örneği" demiştir. Sokrates’e atfedilen ama doğruluğu kesin olmayan birçok serzeniş cümlesi de gençliğin aşırılığına dair kaygıları yansıtır. Antik Yunan’da eğitim ve erdem arayışı, kuşaklar arası dengeyi kurmanın yolu sayılırdı.

Orta Çağ Avrupa’sı (5.-15. yy): 12. yüzyılda Paris Üniversitesi’nde görev yapan Scholastica adlı bir öğretmen şöyle yazmıştı: “Yeni gelen öğrenciler konuşmaktan çok bağırıyor, tartışmaktan çok isyan ediyor.” Bu dönemde skolastik sistemin otoriteye dayalı yapısı, gençliğin itirazlarına kapalıydı. Yine de dini reformların öncüsü olan genç keşişler, zamanla bu düzene karşı fikir üretmeye başladılar. Manastırlarda tutulan kayıtlarda, genç rahiplerin kurallara uymamakla eleştirildiği çok sayıda örnek vardır.

Yeni Çağ (15.–18. yy): Aydınlanma çağı boyunca “eski” ve “yeni” kavramları derin çatışmalara neden oldu. Voltaire gibi filozoflar, genç düşünürlerin kiliseye ve aristokrasiye karşı yükselen eleştirilerini memnuniyetle karşılayıp desteklerken, dönemin muhafazakâr akademisyenleri bunu ahlaki yozlaşma olarak yorumladı. 17. yüzyılda yazılmış bir Fransız mektubunda bir baba, Paris’e üniversite okumaya giden oğlunu şöyle uyarır: “Yeni fikirler seni sarhoş etmesin, ailemizin değerlerini unutma.”

Yakın Çağ (19.–20. yy başı): Sanayi devrimiyle birlikte nesiller arasındaki mesafe açıldı. Çocuk işçiliği artarken, gençliğin emeği değer görmeye başladı ama aynı zamanda disiplinsizlikle suçlandı. 1850’lerde Londra’da bir fabrikatör, günlüğünde “Yeni çıraklar eski saygıyı göstermiyor, akıllarını makinelerden çok eğlenceye veriyorlar” diye yazmıştı. 20. yüzyıl başında ise savaşlar, kuşaklar arası travmalar yarattı. I. Dünya Savaşı sonrası “kayıp kuşak” olarak anılan gençlik, edebiyat ve sanatta karamsar bir tavır takındı; bu da daha yaşlı kuşaklarca umutsuzluk olarak yorumlandı.

Günümüz: Z kuşağına yönelik eleştiriler, teknolojik yakınlık ama duygusal uzaklık ekseninde şekilleniyor. Oysa her nesil, bir öncekinin ürettiği düzenin içinde büyür. Tıpkı TikTok videolarının eleştirilmesi gibi, 1990'larda da televizyon bağımlılığı tartışılmıştı. Bugün gençler, sadece yeni araçlarla değil, yeni sorunlarla da baş başa. İklim krizi, yapay zeka, ekonomik belirsizlik gibi devasa konularla büyüyen genç kuşaklar, eski kuşakların alışık olmadığı sorumluluklarla karşı karşıya. Bu bağlamda, kuşak çatışması artık sadece bir kültür sorunu değil, küresel ölçekte bir hayatta kalma stratejisine dönüşüyor.

Sanayi Devrimi’nden dijital çağa kadar, gençliğe yönelik şikayetlerin biçimi değişti ama özü sabit kaldı. 1960’ların protest gençliğinden 1980’lerin atari salonlarına, 1990’ların walkman kuşağından bugünün sosyal medya kullanıcılarına kadar her dönemde gençlik, 'tehlikeli' ya da 'sorunlu' olarak etiketlendi. Rock’n roll’dan punk kültürüne, sosyal medya alışkanlıklarına kadar her nesil kendi kimliğini inşa etmeye çalışırken, bir önceki kuşaktan benzer eleştiriler aldı. 19. yüzyılda bir Londra gazetesinde bisiklet kullanan gençler "ahlak dışı yenilikçiler" olarak nitelendirildi; 1960’larda Beatles konserine giden gençler, İngiliz gazetelerinde “ahlaki çöküşün sembolleri” başlıklarıyla hedef gösterildi. Bugün de TikTok’ta dans eden gençler, benzer şekilde önceki kuşakların kaygı dolu bakışlarına maruz kalıyor.

Aşağıdaki tablo, modern zaman kuşaklarının hem bir önceki nesle hem de kendisinden sonra gelen kuşağa yönelik geliştirdiği tipik serzenişleri ve sitemleri mizahi ama gerçekçi bir şekilde özetlemektedir. Bu ifadeler, kuşakların yetiştiği dönemin sosyal ve ekonomik koşullarıyla birlikte değerlendirildiğinde daha anlamlı hale gelir:

KuşakÖncekine SitemSonrakine Serzeniş
Sessiz (1925-1945)“Bizi savaş ve yoksullukla büyüttünüz, duyguya yer kalmadı.”“Sonraki kuşaklar bolluğu anlamadan harcadı.”
Boomer (1946-1964)“Sürekli çalış dediniz, duygularımızı bastırdık.”“X kuşağı televizyonun başında büyüdü, özveriyi unuttu.”
X (1965-1980)“Disiplinle büyütüldük ama sevgi görmedik.”“Y kuşağı sabırsız, beklentisi hep yüksek, emeğe tahammülü az. Çabalamadan sonuç istiyor.”
Y (1981-1996)“Krizler içinde büyüdük, güvende olmayı hiç bilmedik.”“Z kuşağı ekran bağımlısı, dikkat süresi saniyelerle sınırlı ve alıngan"
Z (1997-2010)“Bizi anlamadınız, teknolojiyi yabancı gibi gördünüz.”“Alfalar algoritmalarla düşünüyor, hayalleri dijital.”
Alfa (2011-)“Z kuşağı her şeyi abartıyor ve travma çıkartıyor”(Henüz yok)

Bu tablo, aslında kuşak çatışmasının değişmeyen döngüsünü mizahi bir şekilde ortaya koyuyor. Her nesil bir öncekine kızar ama ondan miras alır; bir sonrakine serzenişte bulunur ama ona umut bağlar. Sessiz Kuşak’ın savaş ve yoklukla geçen gençliğinden, Alfa kuşağının dijital dünyada büyümesine kadar, her dönemin ayrı dinamikleri vardır. Bu nedenle kuşaklar arası iletişimde karşılıklı anlayış ve tarihsel farkındalık kritik bir önem taşır.

Kuşak çatışması elbette ki kaçınılmazdır. Zaten tarih boyunca da süregelmiştir. Ama bu çatışma kavganın değil, sohbetin ve gelişimin bir aracı haline getirilebilir. Geçmiş, bu konuda bize değerli örnekler sunar. Örneğin Konfüçyüs’ün öğrencileriyle yaptığı diyaloglar, kuşaklar arası aktarımın çatışmadan çok anlayışla yapılabileceğini gösterir. Usta–çırak ilişkisiyle aktarılan Japon zanaat geleneklerinde, yaşlı ustaların gençlere sadece teknik değil, yaşam bilgeliği de aktarması bu anlayışın güzel bir örneğidir. Benzer şekilde, Anadolu’daki âşık edebiyatı geleneğinde genç ozanlar, ustalarıyla atışarak öğrenir; bu atışma bir çatışma değil, öğretici bir ritüeldir.

Modern zamanlarda da bu anlayışa dair izler bulmak mümkündür. Örneğin, NASA’nın Apollo programında genç mühendisler ile tecrübeli bilim insanları arasında yaş farkı uçurumu olmasına rağmen, ortak hedef duygusu çatışmayı değil iş birliğini beslemiştir. Bugün teknoloji start-up’larında da genç kurucular ile deneyimli yatırımcılar arasında zaman zaman nesil farkı hissedilse de, vizyon ortaklığı bunu aşmanın anahtarıdır.

Tarihten ders almak, iletişim ve empatiyle köprüler kurmak her dönemde asıl kurtarıcıdır. Gerçek çözüm, geçmişe hapsolmadan, geleceğe birlikte bakabilmektir. Her nesil, bir diğerinin aynasında kendi hatasını ve erdemini görme fırsatı bulur. Bunu değerlendirenler, kuşak çatışmasını bir anlaşmazlık değil, bir zenginlik kaynağı haline getirir. Çünkü her kuşak, bir öncekinden öğrenir ve bir sonrakine miras bırakır. Asıl mesele, bu mirasın anlayış ve sevgiyle aktarılmasıdır.

Kuşaklar değişir, ama anlayış ve iletişim kalıcıdır. Empati ise bu mirasın anahtarıdır.

Yazardan Not

Ben de bir X kuşağıyım. Dolayısıyla hem önceki kuşaklara hem de benden sonraki kuşaklara zaman zaman serzenişlerde bulunuyorum. Ancak yazının genel tonunda da vurguladığım gibi, işin özü aslında iletişim ve empati. Anlamaya ve anlaşılmaya niyet varsa, kuşak farkı aşılabiliyor. İki çocuğum var; biri 2010 doğumlu (Z kuşağı), diğeri 2013 doğumlu (Alfa kuşağı). Aralarında sadece birkaç yıl olmasına rağmen, zaman zaman onlar bile birbirlerinin dünyasına yabancılaşabiliyor. Fakat ailemizde empati ve karşılıklı saygı çok değerli olduğu için, genellikle iletişim kurarak bu farkları aşabiliyoruz. Aynı şekilde, bizimle çocuklarımız ya da ebeveynlerimiz arasında da kuşak kaynaklı anlaşmazlıklar çıkabiliyor. Ama gerçekten anlamaya çalıştığınızda, bu farklar sorun değil zenginlik oluyor. Bana göre insanlar bazen kendi değişime kapalı duruşlarını “kuşak farkı” bahanesiyle meşrulaştırıyorlar. Bu yüzden de gençler “sürekli bozuluyormuş” gibi algılanıyor. Öte yandan gençler de “farklı olma” isteğine öylesine tutunabiliyorlar ki, bir-iki kuşak önce yapılmış güzel işleri görmezden gelebiliyorlar.

Oysa önemli olan, karşılıklı anlamaya niyet etmek. Gençler neden TikTok kullanıyor diye kızmadan önce, anne babalarımız Facebook’a üye olunca bizim nasıl hızla Instagram’a kaçtığımızı hatırlamakta fayda var 😊 

(Bu yazının düzenlenmesinde ve görsel tasarımında YZ araçları kullanılmıştır)

bayErgin

'Ancora Imparo'

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski