Önyargı Tuzağı: Senaryoyu Gerçek Sanmak

Paulo Coelho’nun Mektub isimli romanında geçen bir hikâye, zihnimizin nasıl kendi kendine tuzaklar kurduğunu çarpıcı şekilde gösterir:

Gece yarısı, şehir dışında seyreden bir adamın Mercedes-Benz marka otomobilinin lastiği patlar. Kenara çeker, bagajı açar ve fark eder ki krikosu yoktur. Çözüm basittir: Yakındaki çiftlik evinden krikosunu ödünç istemek. Işıkların yandığını görür, “Şanslıyım, çiftçi uyanık” diye düşünür. "Çiftçiler nazik insanlardır, krikoyu karşılık beklemeden kullanmam için hemen verir" der içinden.

Fakat çiftlik evine doğru yürürken zihninde olumsuz senaryolar dönmeye başlar: “Ya ışıkları sönerse? Ya adam ben varmadan uyursa? Onu rahatsız etmeme kızarsa? Belki kriko için para ister. Ben 1 dolar veririm, O "Olmaz, 5 dolar" der. Hem benim Mercedes’e bindiğimi görünce belki 10 dolar ister… Hatta belki 100 dolar bile isteyebilir!

Adım attıkça bu düşünceler katılaşır, çiftçi zihninde paragöz, haksız, kaba birine dönüşür. Bahçe kapısına geldiğinde öfkesi zirvededir: İçinden sürekli aynı cümleyi geçirir: “Sana kriko için en fazla 1 dolar vereceğim, daha fazlasını bekleme! Bu düpedüz dolandırıcılık!”

Kapıya sertçe vurur. Çiftçi pencereden sorar: “Kim o?” Adam: “Senin de, krikonun da canı cehenneme! Malın sende kalsın!” der ve öfkeyle geldiği yoldan geri döner.

Bu hikâye bize şunu hatırlatır: Önyargı, zihnimizde kurduğumuz sahte senaryolarla beslenir ve gerçekleri çarpıtır. Bir düşünce, kanıt aranmadan defalarca tekrarlandığında, zihinde gerçeğin yerine geçer.

Hikayenin başında tek sorun krikonun eksikliğiydi. Ama adam, önyargının etkisiyle henüz yaşanmamış bir durumu zihninde defalarca canlandırdı, her adımda fiyatı artırdı ve sonunda hayali kavgaya gerçekmiş gibi tepki verdi. Böylece çözümü kendi eliyle olanaksız hale getirdi.

Belki de size “yok artık” dedirten bu hikâye, farkında olmadan hepimizin gün içinde defalarca oynadığı zihinsel tiyatroların abartılı şekilde anlatımından ibaret aslında. Gelin, önyargının sahneye çıktığı farklı alanlara birlikte bakalım:

  • Fikir sunumu yapacağınız bir toplantı daha başlamadan “Nasıl olsa reddederler” diye düşünmek, henüz konuşmadan savunmaya geçmenize yol açar.
  • Aramayan bir dostun “Kesin bana kırıldı” şeklinde yorumlanması, açıklama istemeden iletişimin kopmasına neden olabilir.
  • Ekip üyelerini, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak olumsuz bir kalıba sokmak, güveni zedeler ve işbirliğini bozar. Örneğin, geçmişte bir hata yapmış bir çalışanı her yeni görevde aynı hatayı tekrarlayacakmış gibi görmek, hem onun motivasyonunu düşürür hem de ekibin potansiyelini sınırlar.

Bazen önyargılar zincirleme bir etki yaratır; bir kişiden gelen olumsuzluk, onun muhatabına, oradan da başka birine taşınır. Tıpkı bir domino taşı gibi, her biri bir sonrakini düşürür. Örneğin, taksicilerde sıkça görülen bir durum vardır: Bir taksici, kaba ve saygısız bir müşteriyle tartışır, belki de hakaret işitir. Bu kötü deneyimin etkisiyle, bir sonraki müşterisinin de aynı şekilde davranacağını varsayarak baştan sert bir tavır sergiler. O müşteri de kendisine yapılan bu soğuk ve kırıcı muameleyi içine atmaz, belki de bir sonraki taksiciden haksız yere çıkarır. Böylece, tek bir olumsuz olay, zincirleme bir önyargı ve gerginlik sarmalına dönüşerek saçma bir kan davası gibi devam eder.

Bu noktada akla şu soru geliyor: Peki, böyle durumlarda önyargılarımızı nasıl dizginleyebiliriz?

  1. Kanıt aramak: Kafanızda kurduğunuz senaryonun gerçekten yaşanıp yaşanmadığını anlamak için somut ipuçları arayın. Mesela, birinin size selam vermemesi, mutlaka size kızgın olduğu anlamına gelmez; belki de sadece dalgındır.
  2. Doğrudan iletişim kurmak: Düşüncelerinizi doğrulamanın en hızlı yolu, konuyu ilgili kişiyle konuşmaktır. "Acaba böyle mi düşündü?" yerine, doğrudan "Böyle mi düşündün?" demek çoğu zaman sandığınızdan kolaydır.
  3. Beklentilerinizi esnek tutmak: Tek bir ihtimale odaklanmak, diğer tüm olasılıkları görmenizi engeller. Bir projede, hem kabul hem de revizyon ihtimaline hazır olmak, hayal kırıklığınızı azaltır.
  4. Kendi tetikleyicilerinizi tanımak: Sizi anında öfkelendiren ya da savunmaya geçiren durumları fark edin. Örneğin, bir toplantıda sözünüzün kesilmesi sizi anında öfkelendiriyorsa, bunun geçmişte hangi deneyimlerle bağlantılı olabileceğini düşünün; belki de daha önce sıkça değersiz hissettirilmişsinizdir ya da fikrinizin önemsenmediği anılarınız vardır.
  5. Empati kurmak: Karşınızdaki kişinin yerine kendinizi koyarak onun bakış açısından olayı anlamaya çalışın. Bir iş arkadaşınızın size soğuk davrandığını düşündüğünüzde, belki de kötü bir gün geçirdiğini ya da yoğun bir stres altında olduğunu varsayın. Böyle bir perspektif değişimi, hem yanlış anlamaları önler hem de iletişimi yumuşatır.

Önyargılar, zihnimizde yazılmış ama hiç yaşanmamış hikâyelerdir; çoğu zaman senaristi, yönetmeni ve başrol oyuncusu biziz. Onlara gerçek muamelesi yaptığımızda, sadece ilişkilerimizi değil, güveni, işbirliğini ve fırsatları da kendi elimizle yok edebiliriz. Bir köprü yıkıldığında yeniden inşa etmek mümkündür, ama önyargının yıktığı köprüleri onarmak çoğu zaman daha fazla emek, zaman ve empati ister. 

Önyargınıza teslim olmayın; tıpkı hikâyedeki adamın henüz görmediği çiftçiyi gözünde paragöz bir fırsatçıya dönüştürmesi gibi, tek bir yanlış varsayım bile köprüleri yıkıp ilişkileri zedeleyebilir, basit sorunları bile çıkmaza sokabilir.

(Bu yazının düzenlenmesinde ve görsel tasarımında YZ araçları kullanılmıştır)

bayErgin

'Ancora Imparo'

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski