Eşitlik mi, Adalet mi?

Geçtiğimiz günlerde etkileyici bir video karşıma çıktı. Bir profesör, sınıfındaki tüm öğrencilere buruşturulmuş birer kağıdı sınıfın önündeki çöp kutusuna oturdukları yerden atmalarını istiyor. İlk sıralardakiler hedefi rahatlıkla tutturuyor. Arka sıralardakilerin kağıtları ise çoğunlukla yere düşüyor. En arka sıranın tamamına yakını çöp kutusuna bile yetiştiremiyor.

Profesör sonra dönüp sınıfa şöyle diyor:

“Gördünüz mü? Herkes aynı görevi aldı. Ama başarı şansınız, sınıfta oturduğunuz yere göre değişti. Bu sınıf toplumun küçük bir modelidir. Herker aynı sınıfta olsa da, bazılarınız daha öndedir; bazılarınız geriden başlar."

Aynı sınıfta bulunmak, herkesin eşit imkanlara sahip olduğu anlamına gelmiyor. Herkese aynı hedef gösterildiğinde bile, kimin ne kadar şansı olduğu, bulunduğu yerle doğrudan bağlantılı. Çoğu zaman herkesin aynı çizgiden başladığını varsayarız, ama gerçek hayatta durum pek öyle değildir. Bazıları yarışa önden başlarken pek çok insan yarışa daha geriden, daha engebeli bir zeminden ya da daha ağır yüklerle başlar.

(Bahsettiğim videoyu bir daha bulamadım, ama merak edenler için onunla aynı şeyleri anlatan bir illüstrasyon videosunu aşağıya ekliyorum)


Bu video bana bir başka meşhur görseli hatırlattı.
Farklı boylardaki üç kişi, bir çitin arkasından maçı izlemeye çalışıyor. Elimizde de üç adet kutu var.

İlkinde hepsine eşit sayıda kutu veriliyor: birer tane.
Bu şekilde uzun olan zaten görebiliyorken daha da yukarıdan maçı izliyor. Orta boylu olanın artık boyu yetişiyor. En kısa olan ise hâlâ hiçbir şey göremiyor.
Eşitlik çizgisi, herkese birer kutu verilerek çekilmiş ama bu çizgi adaleti sağlamamış.
Çünkü herkesin başlangıç noktası farklı; ihtiyacı farklı.

İkincisinde durumlar değişiyor. Kutular bu kez ihtiyaca göre dağıtılıyor.
En kısa boylu olana iki kutu veriliyor; böylece rahatça çitin üzerinden görebiliyor. Orta boylunun bir kutu alması yetiyor. Uzun boylu olan ise zaten çitin üzerinden görebildiği için ona kutu gerekmiyor.
Ve o anda herkes maçı izleyebiliyor.
Eşitlik çizgisi bu defa, herkesin maçı izleyebileceği seviyeye göre çekilmiş.
Dağıtım eşit değil belki ama sonuç adil.

Peki biz hangisini tercih etmeliyiz?
Dağıtımı mı eşit tutmalıyız, sonucu mu?
Eğer mesele yalnızca kutuları dağıtmaksa, eşit dağıtım yeterlidir. Ama mesele görebilmekse, yani fark edebilmek, erişebilmek, dahil olabilmekse; o zaman adaletli dağıtım gerekir.

Çoğu zaman aradaki fark ilk bakışta bu kadar net görülmeyebilir. Asıl mesele, karar vermeden önce eşitlik çizgisinin nereden çekileceğini bulmaktır. Eğer bu çizgi herkesin eşit sayıda kutu alması üzerinden çizilirse, adalet sağlanamayabilir. Ama çizgi herkesin oyunu izleyebileceği seviyeden geçirilirse, adalet genellikle kendiliğinden ortaya çıkar.

Elbette bunu sağlamak her zaman kolay değildir. Bunun için önce birilerinin elindekini paylaşması, sahip olduğu avantajları fark etmesi ve bazen bunlardan gönüllü olarak feragat etmesi gerekir. Belki "hakkı olan" bir kutuyu bırakması, belki bulunduğu yeri sorgulaması, belki de farkında bile olmadığı ayrıcalıklarının başkaları için ne ifade ettiğini düşünmesi gerekir. Yani sadece “ben” dememesi, “biz” diyebilmesi gerekir.
Net bir şekilde belirtmek gerekir ki, bu örnekte yer alan uzun kişi görünürde "hakkı olan" o kutudan vazgeçmezse adaleti sağlamak mümkün olmayacaktır. Bu vazgeçiş gönüllü olabilir; ama çoğunlukla kutuları dağıtan otoritenin duruma müdahalesiyle gerçekleşir.

Otoritenin asıl görevlerinden biri "fırsat eşitliği" sağlamaktır. Yani sorumluluğundaki topluluklarda tüm bireylerin fırsatlardan eşit şekilde yararlanmasını temin etmektir. Ancak günümüzde fırsat eşitliği çoğu zaman yüzeyde kalabilmekte; derine inildiğinde doğuştan ya da sonradan sahip olunan ayrıcalıklar başkalarının dezavantajlarına dönüşebilmektedir.

Eğitimde aynı müfredatı uygulamak, herkese aynı miktarda su sunmak ya da tüm yurttaşlara aynı hakları tanımak ilk bakışta adil görünebilir. Ama bir öğrenci özel ders ve teknolojik destekle sınava hazırlanırken, bir diğeri kalabalık bir sınıfta eğitim almak zorunda kalıyorsa; bir bölgede insanlar musluk suyuna rahatça erişirken, bir başkası kilometrelerce yürümek zorundaysa; savaş koşullarındaki bir bireyin temel haklara ulaşma mücadelesi güvenli bir bölgede yaşayanınkiyle kıyaslanamazsa, bu eşitlik gerçek bir adalet doğurmaz.

Gerçek adalet, bu yapısal farkları görerek; eşitliği yalnızca kâğıt üzerinde değil, hayatın içinde ve etkili bir biçimde kurmaya çalışmakla sağlanır. Bunun için bazılarının imtiyazlarından feragat etmesi, paylaşmakla kalmayıp sistemin yeniden düzenlenmesine katkı sunması gerekir. Ancak o zaman doğru çizilmiş bir eşitlik çizgisinden doğan gerçek bir adaletten söz edebiliriz.

Gerçek adalet; farklılıkları tanımaktan, eşitliği sadece şekilsel değil, işlevsel olarak kurgulamaktan geçer.

Adalet aslen bir sonuç değil; bir niyettir, bir farkındalıktır. Ve belki de en çok empatiyle başlar. Empati, sadece başkasının yerine kendini koymak demek değildir. Onun koşullarını anlamaya çalışmayı ve hayatı onun gözünden görebilmeyi de gerektirmektedir. Bu yüzden adalet, yalnızca hukukla değil; insanlıkla, erdemlerle, ahlakla ve bilinçle ilgilidir. 

Ve sanılanın aksine bu sorumluluk yalnızca yasaları koyanların ve uygulayanların değil, hepimizin omuzundadır.

(Bu yazının düzenlenmesinde ve görsel tasarımında YZ araçları kullanılmıştır)

bayErgin

'Ancora Imparo'

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski