Bugün takvim 2 Temmuz’u gösteriyor. Bundan tam 32 yıl önce, Sivas’ta, Madımak Oteli’nde 33 aydın, sanatçı, şair, yazar ve düşünür diri diri yakılarak katledildi. Onlarla birlikte iki otel çalışanı da hayatını kaybetti.
Ama asıl kaybeden; vicdan, akıl, medeniyet ve insanlık oldu.
O gün orada cehalet, vicdansızlık, öfke ve nefret öyle bir yangın başlattı ki yalnızca Madımak’ın duvarları değil, bu ülkenin kalbi de yandı. Yalnızca bedenler değil; fikirler, umutlar, hayaller de küle döndü.
Ne Oldu?
Sivas'ta, Pir Sultan Abdal Şenlikleri için bir araya gelen aydınlar arasında Aziz Nesin, Metin Altıok, Behçet Aysan, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen gibi isimler vardı. Farklı dünya görüşlerinden, farklı sanat dallarından, ortak paydası insanlık olan onlarca insan.
Ancak dışarıda başka bir kalabalık toplanmıştı. Ellerinde sopalar, taşlar, sloganlar ve dini sembollerle otelin etrafını saran binlerce kişi, orada bulunanların "kâfir", "dinsiz", "vatan haini" olduğuna inandırılmıştı. Cuma namazı sonrası kışkırtılan bu kalabalık, emniyet güçlerinin gözleri önünde saatlerce otelin etrafını kuşattı. Güvenlik güçleri yalnızca seyretti. Müdahale edilmedi. “Yakın, yakın!” sesleri yükselirken sadece izlediler.
Ve sonra... Otel ateşe verildi. İçeridekiler mahsur kaldı. Dışarıda sloganlar yükselirken içeride çığlıklar yankılandı. 33 can, göz göre göre, yardım beklerken, hiçbir şey yapılmadan yakılarak katledildi.
Neden Oldu?
Çünkü cahillik örgütlüydü. Vicdansızlık örgütlüydü. Devletin eli kolu bağlıydı – ya da bağlıymış gibi yaptı. İnanç, kinle karıştırılmıştı. Ve "onlar bizden değil" diyen bir anlayış, bir nefret düzeni vardı.
O gün yalnızca bir otel değil, ortak yaşam umudu da ateşe verildi.
Kim İzin Verdi?
Peki yalnızca o gün orada toplanan kalabalık mı suçlu? Hayır.
Bugün: Küller Hâlâ Tüterken
Bugün 2025. Aradan geçen onca yıl, ne acıyı dindirdi ne de soruları cevapladı. Üstelik bu yangın hiç sönmedi. Üzerine sadece kül serpildi. Ve altındaki kor hâlâ yanıyor.
Bugün, Madımak Oteli bir “bilim ve kültür müzesi” kisvesi altında katliamın izlerini silmeye çalışan bir yapıya dönüştürüldü. Oysa bu ülke, o binanın gerçek işleviyle yüzleşmeden iyileşemez.
Garanti Var mı?
Bu ülkede hâlâ birileri kitap okuduğu, şiir yazdığı, farklı düşündüğü ya da inandığı için hedef gösteriliyorsa;
Bir linç kalabalığı yeniden bir şehir meydanında toplanabilecek kadar kolay organize olabiliyorsa;
Güvenlik güçleri emir almadan parmağını kıpırdatmıyorsa;
Siyaset hâlâ kutuplaştırarak, ötekileştirerek zemin buluyorsa;
Ve en kötüsü, bu toplumsal hafıza hâlâ bastırılmaya, unutturulmaya çalışılıyorsa...
Hiçbirimizin can güvenliği yok demektir. Ve evet; böyle bir katliamın yeniden yaşanmayacağının hiçbir garantisi yoktur.
Susmak, Yakılanlara İhanettir!
Bu ülkenin yüz akı, vicdanı ve ışığı olan bu 33 canın adlarını tek tek anmak; onların yalnızca birer sayı olmadığını, her birinin bir yaşamı, bir hikâyesi, sevdikleri, umutları, hayalleri olduğunu hatırlamak boynumuzun borcudur. Onları yalnızca anmak değil, yaşatmak da bizim sorumluluğumuzdur:
Behçet Aysan, Asım Bezirci, Metin Altıok, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen, Hasret Gültekin, Serkan Doğan, Serpil Gültekin, Muammer Çiçek, Özlem Şahin, Yasemin Sivri, Belkıs Çakır, Gürdal Duyar, Ahmet Öztürk, Koray Kaya, Yeşim Kaya, Uğur Kaynar, Menekşe Kaya, Handan Metin, Huriye Kaya, İnci Türk, Asaf Koçak, Erdal Ayrancı, Erdal Karaca, Carina Cuanna, Edibe Sulari, Altan Katırcıoğlu, Kemal Yüce, Sait Metin, Ahmet Atilla Sertel, Sabri Tekli, Naki Beksu, Şükrü Kaya
Ve otel çalışanları: Ahmet Turan Turgut, Murat Gündüz
Sivas’ta yakılan sadece insanlar değildi. Bu toplumun vicdanıydı. Fikirlerdi, sorgulama cesaretiydi, çok seslilikti, insan onuruydu. Ve eğer hâlâ yanmaya devam ediyorsa, hâlâ sönmediyse; demek ki içimizde bir yerlerde hâlâ insan kalmış. Fakat bu az sayıdaki vicdan yeterli değil.
Çünkü dünün karanlığı bugün daha örgütlü, daha pervasız, daha yaygın. Cehalet artık yalnızca bir gaflet değil, bir strateji. Muhafazakârlık ile canilik öyle ustaca iç içe geçirildi ki; inanç üzerinden linç çağrıları yapmak sıradanlaştı, hatta meşrulaştırıldı. "Aydın" kelimesi bir hakaret gibi sunuluyor, "bilgi" tehlikeli bir virüs gibi gösteriliyor. Özgür düşünceye düşman, biata sadık, sorgulamayan bir nesil yaratılmak isteniyor.
Bu bilinçli karanlık, toplumu ayrıştırıyor, kutuplaştırıyor, birbirine düşman ediyor. Her sorgulayan hain, her farklı düşünen tehdit ilan ediliyor. Özellikle din kisvesi altında yapılan bağnazlık yalnızca bizim değil, tüm dünyanın baş belası hâline geldi. Fanatizm, dinin en tehlikeli mutasyonudur ve tarih boyunca en çok canı o almıştır. Bugün hâlâ alıyor. Sivas’ta, Orta Doğu’da, Asya’da, Avrupa’da… Ateş hep aynı, yalnızca adresi değişiyor.
Peki ne yapacağız? Sessiz mi kalacağız? Kabullenecek miyiz?
Hayır! Bilgiye sarılacağız. Çocuklarımıza soru sormayı öğreteceğiz. Din ile vicdanın, inanç ile şiddetin birbirinden ayrılması gerektiğini anlatacağız. Fanatizmi değil merakı, itaati değil düşünmeyi yücelteceğiz. Toplumun her alanında çoğulculuğu savunacağız. Eğitimde, siyasette, sanatta ve sokakta…
Ama önce susmayacağız. Çünkü susmak, yakılanlara ihanettir.
Bu acının hesabı sorulmadıkça, adalet yerini bulmadıkça, Madımak gerçek anlamda bir utanç müzesine dönüştürülmedikçe; biz bu yangının külleri altında yaşamaya devam edeceğiz. Vicdanımız da, geleceğimiz de bu küllerin altında boğulacak.
(Bu yazının düzenlenmesinde ve görsel tasarımında YZ araçları kullanılmıştır)