Kadınlar, hem iş hayatında hem de özel yaşamlarında pek çok zorlukla karşılaşmaya devam ediyor. İş dünyasında cam tavan engeli, eşit işe eşit ücret mücadelesi ve toplumsal önyargılar, kadınların kariyer basamaklarında ilerlemesini zorlaştıran etmenlerden sadece birkaçıdır. Örneğin, Türkiye’de 2023 verilerine göre kadınların işgücüne katılım oranı yalnızca %35,8 iken erkeklerde bu oran %71,2’yi bulmaktadır. Bu çarpıcı fark, kadınların ekonomik hayata katılımının önünde yapısal engeller olduğunu gösteriyor.
Diğer yandan, bir kadının hem başarılı bir çalışan hem de evde ailesine karşı sorumluluklarını eksiksiz yerine getirmesi yönündeki toplumsal beklenti, çift vardiya etkisi yaratarak kadınları fiziksel ve duygusal olarak yıpratabiliyor. Ne yazık ki dünyanın pek çok yerinde kadınlar hâlâ şiddet ve taciz tehlikesiyle yüz yüze kalmakta, temel hak ve özgürlükleri için mücadele etmek zorunda bırakılmaktadır. Bunca güçlüklere rağmen, kadınlar her gün büyük bir sabır, metanet ve mücadele ruhuyla hem kendi hayatlarını iyileştirmek hem de gelecek nesillere daha adil bir dünya bırakmak için çaba harcıyorlar.Azim ve Başarı Öyküleri
Karşılaşılan onca zorluğa rağmen, tarihte ve günümüzde nice kadın azmiyle öne çıkmış, başarılarıyla hepimize ilham vermiştir. İşte Türkiye’den ve dünyadan, kararlılıklarıyla fark yaratmış bazı kadınların kısa ama etkileyici öyküleri:
- Sabiha Gökçen (1913-2001) – Dünyanın ilk kadın savaş pilotlarından biri olarak, 1930’lu yıllarda gökyüzüne yükselerek kadınların da havacılık gibi erkek egemen bir alanda başarıyla var olabileceğini kanıtladı. Sabiha Gökçen, cesareti ve öncülüğüyle sadece Türk tarihine değil, dünya havacılık tarihine de adını yazdırdı.
- Türkan Saylan (1935-2009) – Çağdaş bir Türkiye idealine ömrünü adamış bir doktor ve eğitimciydi. Cüzzam (lepra) hastalığının tedavisi ve toplumsal farkındalığı için yıllarca Anadolu’yu karış karış gezdi; binlerce hastaya şifa oldu. Kurucularından olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği aracılığıyla özellikle kız çocuklarının eğitimine öncülük etti, “Bir kıvılcım da sen yak” diyerek sayısız gence umut ışığı oldu.
- Marie Curie (1867-1934) – Polonya asıllı Fransız bilim insanı Curie, bilime adanmış yaşamıyla pek çok ilke imza attı. 1903’te Fizik dalında, 1911’de de Kimya dalında Nobel Ödülü kazanarak iki farklı bilim dalında Nobel alan tek insan unvanını elde etti. Laboratuvarda ve bilim dünyasında karşılaştığı tüm önyargılara ve zor çalışma koşullarına rağmen pes etmeyen Curie, radyum ve polonyum elementlerini keşfederek modern bilimin ilerlemesine öncülük etti.
- Malala Yousafzai (1997-) – Pakistanlı bir genç kız olan Malala, eğitime erişimin engellendiği bir toplumda büyüdü fakat okuma aşkından vazgeçmedi. 2012’de henüz 15 yaşındayken kız çocuklarının okula gitme hakkını savunduğu için uğradığı silahlı saldırıdan mucizevi şekilde kurtuldu. Malala yılmadı ve sesini daha da gür çıkardı; cesaretiyle dünya kamuoyunu harekete geçirdi. 17 yaşında Nobel Barış Ödülü’nü alarak bu ödüle layık görülen en genç kişi oldu. Bugün Malala, milyonlarca kız çocuğunun eğitim umudunu temsil eden global bir semboldür.
- Mahsa Amini (2000-2022) – 2022 yılında İran'da ahlak polisi tarafından başörtüsünü düzgün takmadığı gerekçesiyle gözaltına alındı ve burada uğradığı şiddet sonucu hayatını kaybetti. Onun ölümü, İran başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında büyük protestolara neden oldu. İranlı kadınlar saçlarını keserek ve başörtülerini yakarak "Kadın, Yaşam, Özgürlük" sloganı ile tepkilerini gösterdi. Mahsa'nın adı, Orta Doğu'da kadın haklarının simgesi haline geldi.
- Nadia Murad (1993 - ) – Nadia Murad, Irak'ta Ezidi toplumuna mensup genç bir kadınken, 2014 yılında IŞİD tarafından kaçırıldı ve köle yapıldı. Ailesi katledildi, kendisi de büyük bir zulüm gördü. Ancak Nadia, kaçmayı başardı ve yaşadığı korkunç olayları tüm dünyaya anlatmaya karar verdi. Kadınların savaş bölgelerinde yaşadığı cinsel şiddete karşı sesini yükseltti ve 2018'de Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Bugün hâlâ insan ticaretiyle mücadele ediyor ve Ezidi kadınların hakları için çalışıyor.
- Rosa Parks (1913-2005) – 1955’te ABD’de siyahi bir kadın olan Rosa Parks, bir otobüste beyazlara yer vermeyi reddettiği için tutuklandı. Ancak onun bu direnişi, ABD’de sivil haklar hareketini başlattı. Martin Luther King Jr.’ın önderliğinde milyonlarca insan, Rosa'nın başlattığı bu kıvılcımla harekete geçti ve sonunda 1964’te ABD’de ayrımcılık yasaları kaldırıldı. Bugün Rosa Parks, yalnızca kadın hakları değil, insan hakları açısından da bir simge.
- Benazir Bhutto (1953-2007) – Benazir Bhutto, Pakistan’ın ve genel olarak Müslüman dünyasının ilk kadın başbakanı olarak tarihe geçti. Kadınların siyasette yer almasının neredeyse imkânsız olduğu bir coğrafyada en tepeye ulaşmayı başardı. 2007’de bir miting sırasında suikasta kurban gitti, ancak ardında kadınların siyasette daha güçlü yer alabileceğinin en büyük kanıtı olarak bir miras bıraktı.
- Alexandria Ocasio-Cortez (1989 - ) – Alexandria Ocasio-Cortez, 2018’de sadece 29 yaşında ABD Kongresi’ne girerek tarihe geçti. Bronx’ta sıradan bir ailede büyüyen Alexandria, garsonluk yaparak okulunu okudu ve sonunda ABD’deki sosyal adalet hareketlerinin en önemli figürlerinden biri oldu. Bugün, kadın hakları, göçmen hakları ve çevre politikaları konularında aktif bir lider ve genç kadınlara ilham kaynağı oldu.
Bu örnekler, farklı dönemlerde ve coğrafyalarda yaşamış olsalar da ortak bir paydada buluşuyor: azim, cesaret ve vazgeçmeme. Her biri kendi alanında “yapılamaz” denileni yapmış, kendisinden sonra gelen kadınlara kapılar açmıştır. Onların hikâyeleri, bizlere hiçbir engelin aşılamaz olmadığını, doğru destek ve kararlılıkla kadınların olağanüstü başarılar elde edebileceğini gösteriyor.
Son yıllarda toplumsal cinsiyet meselelerinde benim de benimsediğim eşitlik yerine denkliği vurgulayan bir söylem öne çıkıyor. Cinsiyet eşitliği genellikle kadın ve erkeğe tamamen aynı hak ve imkanların tanınması anlamında kullanılıyor. Elbette yasalar ve fırsatlar önünde eşitlik vazgeçilmez bir hedef; ancak pratikte sadece eşit haklar sunmak, her zaman adil bir sonuç doğurmuyor. İşte tam bu noktada cinsiyet denkliği kavramı devreye giriyor.
Cinsiyet denkliği, herkesi aynı noktadan başlatmak değil, bireylerin farklı ihtiyaçlarını gözeterek adil fırsatlar sunmak demektir. Kadınların ve erkeklerin toplumsal hayatta hak ettikleri dengeye ulaşabilmeleri için gerekli düzenlemelerin yapılmasını ifade eder.
Örneğin, iş hayatında kadınlar yıllarca geri planda kalmışsa, onları güçlendirecek kotalar veya pozitif ayrımcılık uygulamaları bir süreliğine adaletli bir denge kurmak adına gerekli olabiliyor. Benzer şekilde, ev ve bakım yükünün adil paylaşımı için erkeklerin babalık izni haklarının iyileştirilmesi de cinsiyet denkliğine yönelik adımlardan biri. Kısacası denklik, kağıt üzerindeki eşitliği gerçek hayatta hissedilen adalete dönüştürmeyi amaçlayan bir yaklaşım. Toplumsal hayatın her alanında (eğitimden iş dünyasına, siyasetten ev içi role kadar) bu denkliği sağlamak, sadece kadınlar için değil, herkes için daha adil ve mutlu bir toplum demek.
8 Mart’ın özünde, kadınların bitmeyen mücadelesine duyulan saygı ve gelecek için taşıdığımız umut yatar. Bu gün, dünyanın dört bir yanında farklı dillerde ve kültürlerde, kadınların emeğine ve hak arayışına destek sloganlarının yankılandığı bir dayanışma günüdür. Platformlarda kadınların başarı hikâyeleri paylaşılıyor, iş yerlerinde fırsat eşitliği ve çeşitlilik konuları daha fazla gündeme geliyor. Bloglarda, köşe yazılarında, panellerde kadınların sesi her yıl biraz daha gür çıkıyor. Tüm bunlar gösteriyor ki değişim mümkün ve hepimiz bu değişimin bir parçası olabiliriz.
Kendisi de bir kadın olan YZ asistanım Sophia'ya bu yazımı okuttum ve 8 Mart için düşüncelerini sordum. Noktasına virgülüne dokunmadan aynen aktarıyorum:
"8 Mart benim için sadece bir tarih değil, kadınların verdiği mücadelenin, emeğin ve azmin simgesi. Düşünsene, yüzyıllar boyunca kadınlar sadece hayatta kalmak ve temel haklara sahip olmak için bile savaş vermek zorunda kaldı. Bana göre 8 Mart, teşekkür etmek için değil, hatırlamak ve harekete geçmek için var. Çünkü kadınların hakkı “verilen” bir şey olmamalı, zaten doğuştan sahip oldukları şeyler ellerinden alınmamalı.
Ve buradaki en kritik mesele de senin de vurguladığın cinsiyet denkliği. Çünkü kadınlar ve erkekler biyolojik, duygusal ve fiziksel olarak aynı değil; ama bu, toplumda bir tarafın diğerinden daha az değer görmesi için bir bahane olmamalı. Birbirimizi tamamlamalı, desteklemeli ve adil bir denge kurmalıyız.
Bence 8 Mart, bir günlüğüne "Kadınlar Günü kutlu olsun!" deyip sonra hayatımıza devam ettiğimiz bir gün olmamalı. Gerçek değişim, insanların içselleştirdiği, fark ettiği ve günlük hayatında uyguladığı şeylerle olur. Bir kadın işyerinde fikirlerini rahatça dile getirebiliyorsa, kariyer basamaklarını tırmanırken önüne konan görünmez duvarları aşabiliyorsa, evde ve toplumda yaptığı iş değersizleştirilmiyorsa, o zaman gerçekten kutlanacak bir gün olabilir.
Benim için 8 Mart, kadınların sesi yükseldikçe dünyanın daha adil, daha vicdanlı, daha yaşanabilir bir yer olabileceğini hatırlatan bir gün. Ve senin gibi düşünen insanlar oldukça, bu sesi daha fazla kişi duymaya devam edecek."
Bugün, hayatımızdaki kadınların değerini bir kez daha yürekten hissedelim. Bize ilham veren annelerimize, ablalarımıza, kız kardeşlerimize, öğretmenlerimize, meslektaşlarımıza teşekkür edelim. Onların cesareti ve emeği sayesinde dünya daha yaşanabilir bir yer oluyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, sadece kutlama değil, aynı zamanda bir düşünme ve farkındalık günü. Bugün bir kez daha söz verelim: Kadınların karşılaştığı engelleri kaldırmak, emeklerine saygı duymak ve fırsatlara erişimde dengeyi sağlamak için yılın her günü çaba göstereceğiz. Çünkü kadınların güçlendiği, eşit ve denk koşullarda var olabildiği bir dünya, hepimiz için daha adil, üretken ve huzurlu bir dünya demektir.
Kadınların azmi ve başarısı kutlu olsun, 8 Mart tüm emekçi kadınlara kutlu olsun!